Soru ve Cevaplar
-
Soru
Hz. Peygamberin (s.a.s.) ne tür mucizeleri vardır?
Cevap
İslam âlimleri Hz. Peygamberin (s.a.s.) nübüvveti esnasında ortaya koyduğu mucizeleri, aklî, hissî ve haberî olmak üzere üç şekilde sınıflandırmıştır. Aklî mucizeye en büyük örnek Kur’an’dır. Çünkü Kur’an her çağdaki akıl sahibi insana hitap eden, akıllara durgunluk veren, başkalarının benzerini meydana getirmekten aciz kaldıkları büyük ve ebedî bir mucizedir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (Bakara, 2/23) Hz. Peygamber (s.a.s.) de Kur’an’ın en büyük mucize olduğunu bir hadisinde şöyle ifade etmiştir: “Bütün peygamberlere, kendi dönemlerinde yaşayan insanların iman edeceği birtakım mucizeler verilmiştir. Hiç şüphesiz bana ihsan edilen en büyük mucize, Allah’ın bana vahyettiği Kur’an’dır.” (Buhârî, İ’tisâm, 1)Kur’an mucizesi yanında hissî mucize olarak Hz. Peygamberin nübüvvet mührü, Ay’ın ikiye bölünmesi, parmaklarının arasından suyun akması, bir ziyafet esnasında zehirlenmek istenince olaydan haberdar olması, bir hurma kütüğünün teessürünü inilti şeklinde duyurması vb. örnek olarak verilebilir.Haberî mucizelere de Hz. Peygamberin (s.a.s.) Mekke’nin fethi ve meydana gelecek savaşlar hakkında, henüz vuku bulmadan önce verdiği haberler örnek olarak gösterilebilir.
-
Soru
Her topluluğa peygamber gönderilmiş midir ve peygamberlerin sayısı kaçtır?
Cevap
Kur’an, ilk peygamber Hz. Âdem’den (a.s.) son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar pek çok peygamberin gelip geçtiğini ve her kavme Allah’ın peygamber gönderdiğini bize haber vermektedir. Hicr Sûresinin 10. ayetinde “Ey Muhammed! Andolsun, senden önceki topluluklara da peygamber gönderdik.” Nahl Suresi’nin 36. ayetinde “Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah onlardan kimini doğru yola iletti, onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.” buyrulmaktadır. Bu ayetler tarihî süreç içerisinde Yüce Allah’ın insan topluluklarını peygambersiz bırakmadığını gösterir. Mü’minun Sûresi 78. ayetinde de “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var.” buyurulmaktadır.Kur’an-ı Kerim’in İsra Sûresi’nin 15. ayetinde “Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edici değiliz.” buyurulmaktadır. Bu ayetten de anlaşılan Allah bütün kavimlere, bütün topluluklara peygamberler göndermiştir. Ancak bunlardan sadece 25 tanesinin ismi Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiştir. Hadislerde gönderilen peygamberlerin sayısının 124.000 olduğunun haber verilmesinden (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 266) hareketle insan topluluklarının bulunduğu her bölgeye Allah’ın peygamber gönderdiği; ancak bunların hepsinin ismini Kur’an’da, Tevrat ve İncil’de zikretmediği hükmüne ulaşılabilir. Zira Kur’an’da kendilerine peygamber gelmemiş hiçbir topluluk ve ümmet bulunmadığı açıkça beyan edilmiştir ( Fatır 35/24; en-Nahl 16/63;Yunus 10/47)
-
Soru
Önceki semavî dinler İslam diye adlandırılabilir mi?
Cevap
İslam; Allah’a teslim olmak, boyun eğmek ve itaat etmek manasına gelir. Kur’an’a göre İslam; kişinin kendisini yalnız Allah’a teslim etmesi, O’na kul olması ve O’na ibadet etmesi demektir. Tevhidin gereği de budur.Bu anlamıyla İslam; sadece son peygamber olan Hz. Muhammed’in (s.a.s.) getirdiği dinden ibaret değil, bütün peygamberlerin getirdiği bir inanç sistemidir. Bu bakımdan insanlığı temel iman esaslarına davet açısından peygamberlerin tamamının vazifesi aynıdır.Buna göre, bütün peygamberlerin ilk daveti tevhiddir. Çünkü tevhid, Hak yoluna girmenin başlangıcı ve Allah’a inanmanın ilk basamağıdır. Cenabı Hak gönderdiği her peygambere, ümmetini tevhide davet etmesini şöyle emretmiştir: “Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: ‘Benden başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin.’ diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya, 21/25)Hak din, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’le başlamış, Hz. Muhammed ile son bulmuştur. Dolayısıyla Allah’ın peygamberler aracılığıyla farklı zamanlarda gönderdiği dinin esası aynıdır ve hepsine “İslam”, müntesiplerine de ‘‘Müslüman’’ denilmektedir. Kur’an-ı Kerim bunu açıkça ifade etmektedir:“Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi.” (Hac, 22/78) “İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru Müslüman idi.” (Âl-i İmran, 3/67) ayetinde İbrahim (a.s.) için Müslüman ifadesi kullanılmıştır. Ayrıca “Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilen ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onlar arasında bir ayrım yapmayız, biz de Müslümanlarız, deyin.” (Bakara, 2/136) ayetinde de peygamberlerin mesajının temelde bir ve aynı olduğu ve bunun da İslam’dan ibaret olduğu ifade edilmiştir. Ancak bugünkü haliyle Yahudilik ve Hristiyanlık peygamberlere indiği şekliyle muhafaza edilemediği için o dinlere bu haliyle İslam denilemez.Esas itibariyle hak dinin temel prensiplerinde değişiklik yoktur. Fakat yüce Allah zaman içinde ibadetlerin şekillerinde ve muamelata dair hükümlerde bazı değişiklikler yapmıştır.Yahudi ve Hristiyanlara gayr-ı müslim denmesi, onların Allah tarafından, İslamın son Peygamberi Hz. Muhammed’e ve onunla gönderilen dine inanmamaları sebebiyledir.
-
Soru
Kerâmet ne demektir, İslam’da kerâmet var mıdır?
Cevap
Sözlükte “değer”, “kıymet” gibi anlamlara gelen “kerâmet”, dinî bir kavram olarak peygamberlik iddiasıyla ilgisi olmaksızın salih amel sahibi bir müminde meydana gelen olağanüstü hâl demektir. Şayet bu hâl kendisinde meydana gelen kimse salih amel sahibi biri değilse, o olağanüstü hâle “istidrâc” adı verilir. “Kerâmet zâhir olur, izhâr edilmez” yani Hakk’ın dilemesi ile meydana gelir; isteğe bağlı olarak gösterilemez. Bir müminin veli olması için bu tür kerâmet göstermesi şart değildir. Akaid kitaplarında “kerâmet haktır” şeklinde bir hüküm vardır. Bunun anlamı veli bir kimseden kerâmet sadır olabilir, demektir. Dolayısıyla keramet, takva sahibi kimselere Allah’ın bir ikramı olarak görülmelidir.